...

Kadın Çalışmaları Uyg. ve Arş. Merkezi

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü Mesajı
24/11/2016

SusMA   SıradanlaştırMA  MeşrulaştırMA

Tüm dünyada kadınlar erkekler tarafından hayatları boyunca en az bir kez şiddete maruz kalıyor.

Dünya genelinde hayatında en az bir kez eşi veya yakın ilişki içinde bulunduğu erkek tarafından şiddete maruz kalan kadınların oranı %59.

Geride bıraktığımız 2015 yılında Türkiye’de 300’den fazla kadın; 2016 yılının ilk 11 ayında ise 236 kadın eşleri, sevgilileri ya da akrabaları tarafından öldürüldü.  Öldürülme nedenleri kimi zaman boşanma isteği, kimi zaman barışma isteğini reddetmeleriydi. Bu kadınların yarısından fazlası 35. yaşını göremedi bile… Yine bu kadınların yarısından fazlası en az bir çocuğa sahipti, dolayısıyla annesiz kalan çocuk ya da babası uzun bir süre cezaevinde kalacak çocuk; bu kaotik zincirde yerini almış oldu. Kadına yönelik şiddet sadece kadının bedensel bütünlüğüne yönelik maddi ya da manevi bir hasara sebep olmadı aynı zamanda toplumsal bir krize sebep olarak psikolojik, sosyal ve ekonomik birçok problemi birbirine bağladı.

Öte yandan şiddetin cinayetle sonuçlanmadığı ya da çoğu zaman kayıtlara geçemeyen adli vakalar kadın cinayetleri kadar yüksek bir oranı teşkil etti, belki daha fazlasını… TBMM Kadına Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu tarafından 2015 yılı verilerine göre Türkiye’deki kadınların %44’ü duygusal şiddete, % 12’si cinsel şiddete, % 36’sı ise fiziksel şiddete maruz kaldı.

Böyle bir günde bu sayısal veriler ve şiddetin neden olduğu bu toplumsal gerçekliğe ilişkin bir farkındalık yaratılabilmesi ülkemiz açısından çok daha önemli hale gelmektedir. Kadına yönelik şiddetle mücadele bugün, Türkiye’de uluslararası kuruluşların gözetiminde, iç hukukumuzda yapılan birçok düzenleme ile üniversiteler, yerel yönetimler, kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları ortak bir kaygı ile hareket etmekte fakat istenilen sonucun alınması çok daha büyük bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır.  Tam da bu noktada siyasal iktidar ve medya bu sorunla mücadeleyi sekteye uğratmayıp, mücadelenin aktörleri arasında bizzat yerlerini alması bu sürece önemli bir katkı sağlayabilir.

Ülke gündemine çok ciddi bir şekilde etki eden siyasal iktidarın ve medyanın kadına yönelik ayrımcı söylemleri, arka planda bu mücadelenin paydaşlarını zora sokmakta; özellikle çocuk yaşta evlilikleri ve tecavüz suçunu meşru kılma girişimi büyük bir tepki ile karşılanmaktadır. Burada asıl önemli sorun kanayan bir yara olarak kadın cinayetlerinin siyasal iktidarda da ciddi bir tepki uyandırmasına rağmen; sorunun çözümünün eril bir bakış açısıyla ele alınmasıdır. Kültürel kodlar ve toplumsallaşma sürecinde erkeğin, kadından daha avantajlı konumu, kadının arka planda yine de var olma çabası ve kodların inşasının önce erkekten ve erkeğin rollerinden başlıyor olması, uygulamada karar alıcıların erkek egemen geleneksel yöntemlere başvurmasına sebep olmaktadır. Bu gibi kararlarda, karar verici olarak kadın politikacıların pasif duruşları sorunun önemli başka bir ayağını oluşturmaktadır.  Bu ayak sürecin şiddeti yeniden üreten mekanizmalarını çok açık bir biçimde harekete geçirmekte ve hatta şiddeti yeniden üreten mekanizmaların bizzat kendileri olmalarına yol açmaktadır.   Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre çocukların cinsel istismarı suçu konulu dava oranı 16.957 ve mahkûmiyet karar oranı ise 13.968.  mahkûmiyet kararının mağdurları tatmin edip etmediği tartışmalı bir konu olmasının yanı sıra,  oranların fazlalığı, cezai yaptırımların caydırıcı olmadığını göstermektedir.

Sadece geçtiğimiz yıl yapılan evlilik oranlarına baktığımızda 31 bin 337 kız çocuğu, “çocuk yaşta gelin” oldu. Çocuk yaşta evlilik sadece kız çocukları için geçerli olmadı 1483 erkek çocuk da evlilik kurumunun “çocuk yaşta damat”ları oldu. Son 10 yıla göz attığımızda ise tablo çok daha vahim bir hal almakta. 482 bin kız çocuğu zorla evlendirildi. Bu oranlar çocuk yaşta anne ve baba olarak, sosyal risklerin ve toplumsal krizin boyutunun değişmesine sebep olan bir fitilmişçesine, sağlıksız ve sakat doğumların ve cinsel hastalıkların artmasına, yeni doğan bebek bakımı ve çocuk yetiştirme formasyonundaki eksiklik nedeniyle sürecin kesintisiz devam etmesine neden olmaktadır.

Bu kriz elbette Türkiye’ye özgü bir sorun olmaktan da ötedir. Özellikle Hindistan’da bu kültüre has sorunlar nedeniyle cinsel istismar ve aile içi şiddet vakaları tüm dünya’nın dikkatini çekecek kadar derin bir boyuttadır. Hızlı kentleşme ve cemaatvari yaşantı şeklinin değişimi gibi etkenler Hindistan’ın ki gibi Türkiye’de de kadına şiddet vakalarının önemli bir sebebidir. Neredeyse ülke nüfusumuzun %90’ının kentlerde yaşadığını düşündüğümüzde ve buna ek olarak cemaat tipi organik aile yapısının değişmesi krizin tırmanmasına neden olmaktadır.  Kentte yoğunlaşma, ilişki biçimlerinin kontrolünü azaltmış, bir yandan ilişki biçimlerinin görünürlüğü bir yandan boyutunu arttırmıştır. Unutmamalıyız ki, kır- kent ayrımının sebep olduğu sosyal tabakalaşma süreçleri istismar ve şiddet vakaları ile doğrudan ilgilidir.  Medya, son dakika haberleri, ya da gazetelerin 3.sayfa haberlerinin bizlere anlattığı; şiddet ve istismar vakalarının kente intibak süreçleri ve kırdaki yoksulluk sorunları ile doğrudan bağlantısı olduğu yönündedir.  2016 yılının ilk 11 ayında medyada yayınlanan vakalardan derlenen verilere göre,  368 kız çocuğu cinsel istismara uğradı.  İstismarın faillerinin kimler olduğuna göz atacak olursak, % 65’i okul ve çevresi (müdür, öğretmen, kantinci, okul çalışanı) ve %6’sı bu kız çocuklarının akrabaları( baba, üvey baba, ağabey, kuzen) oldu.

Sosyal risklerin ortaya çıkması tüm sosyalleşme süreçlerinin birbiriyle ilişkisinin ve ilgisinin artmasıyla mümkün olmaktadır. Yaratılan riskler, yasal düzenleme ve sosyal normlarla bertaraf edilmeye çalışılırken biz bilim insanlarına, akademisyenlere, mekanlarımızda, üniversitelerin dersliklerinde ya da  okul kantinlerinde bile; ulaşabildiğimiz ve bize ulaşan öğrencilerimize mesleki becerilerini geliştirmelerine katkı sağlamanın yanı sıra şiddet ve istismarla mücadeleye dair bildiklerimizi, faydalanabilecekleri ve kendilerini koruyacakları tüm riskler hakkında onları aydınlatma sorumluluğu yüklemektedir.

Işık olduğumuz, rehberlik ettiğimiz her kadın ve erkek öğrencinin, toplumsallaşma süreçlerinde çeşitli kimliklerle gelecek nesillerle kuracakları ilişkiyi hesaba katmayı başardığımız anda, bu cinsiyet temelli toplumsal krizin önlenmesine çok büyük bir katkı sağlayacağız.

Umut hep var, bizlerden sonra da….

Öğr. Gör. Fatma Gökçen ÇETİN

NÜKÇAM Müdür Yardımcısı